UYKUMSU
Koltuğun kenarına bir kedi gibi kıvrılıyorum.
Göz kapaklarıma bile isteye yeniliyorum.
Birden o kış günü babaannemin soba yanan tek göz odasında dertlerinden kaçmak için uykuya sığınan kız oluyorum. Sobanın sıcağı gevşetiyor bedenimi öyle ki ruhum kaçmasın diye yarı uykuda kalmak istiyorum. Derin bir teslimiyet… Babaannem ayakucumda kim bilir kaç saattir oturmak zorunda kaldığı pozisyonda. Elinde tespihi, dudaklarında zikrin fısıltısı. Belki de içinden beni okuyor nazar var sanıp. Yorgunum oysa ki. Niyetim, biraz güvenli bir limanda demirlenmek. Sessizliği saatten yükselen gong sesi bozuyor. Haber saati gelmiş demek.
Gözlerim hala kapalı… Kulağım babaannemde, fısıltıları bir ara iç çekişe dönüşüyor. Kazadan beri hiç canı olmayan ama kesip kurtulma cesareti gösteremediği, bir uzuvdan çok yük gibi duran kolunun sızlamasından mustarip. Belki sızladığına inanmak istiyor. Acı varsa yaşam vardır diye düşünüyor. Dışarı çıkarsam üşütmeyeyim diye televizyonda hava durumunu özellikle takip ediyor. Oysa son on beş yıldır dışarı hiç çıkamıyor ama umut işte diri tutuyor yarınları.
Sobanın sıcağı evin kendine has kokusunu ortaya çıkarıyor. Başkalarına iğreti yaratabilecekken benim çocukluktan beri güvenle özdeşleştirdiğim koku tüm odayı sarıyor. Büyük bir çabayla üzerimi örtüyor babaannem, “uyuyanın sırtına kar yağar “diyor.
Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm. İçim mutlu içim sıcacık. Sanırım artık derin uykumdan uyanabilirim.
